• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Zihinleri allak bullak eden ayetler

Yeniakit Publisher
2020-05-22 11:05:00 -
Zihinleri allak bullak eden ayetler

Cahiliye dönemi Arapları, inanç ve sosyal hayat yönünden adeta dibe vururken, edebî münazara ve müsabakalar yapan insanlar çoğunluktaydı. Öyle ki, şairlerin yarışmasında birinci gelenler Kâbe’nin kapısına/duvarına şiirleri asılır, aylarca orada kalırdı. Kâbe duvarına asılan bu şiirlere muallaka adı verilir, o şiirlerin sahiplerine de muallaka şairleri denilirdi.

İslâmiyet, işte böyle bir topluma geldi. Onlara tesir edecek söz, fesâhat ve belâgat açısından mükemmel seviyede olmalı, onların zihinlerini allak bullak edecek derecede fasih ifadeler taşımalıydı. Mekke döneminde nazil olan ilk âyetlerin edebî üslûbu öylesine tesirli idi ki, muhâtaplarının tâ kalbine işliyor; güzelliği ve akıcılığı, dinleyenleri âdeta büyülüyordu.

Tevhîde dâvet, öldükten sonra dirilmeye (ba’sü ba’del mevt) îman, mü’minleri cennetle müjdeleme, kâfirleri ve âsîleri cehennem ile korkutma gibi akîdevî hususları ihtiva eden mekkî ayetler, adeta şiir gibidir; ayetler sanki kafiye ile biter. Ki; buna edebiyatta SECÎ adı verilir.

Mekke’de inzal olan ayetlerin belağat ve fesahati karşısında akılları karışan müşrikler, bunların şair sözü olduğunu iddia etmeye başlayınca, Rabbimiz Teâla, Kur’an-ı Kerim’in şair sözü, kâhin lafı olmadığını, vahiy olduğunu belirten Hâkka suresi 40-47. Âyet-i kerimeleri inzal etmiştir.

Bu âyetler meâlen şöyledir:

¥ O (Kur’an), hiç şüphesiz şanlı bir peygamberin getirdiği sözdür.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

¥ Ve O, bir şair sözü değildir. Siz pek az inanıyorsunuz.

¥ Bir kahin sözü de değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz.

¥ O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.

¥ O (peygamber) bizim adımıza bazı laflar uydurmaya kalkışsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık.

¥ Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.

¥ Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.

Kur’ân-ı Kerîm’in bu ifadeleri karşısında müşrikler o ayetleri Peygamber Efendimiz’in uydurduğunu söylemeye başlayınca, Hûd suresi 13. ve 14. ayetler inzal olmuş ve müşriklere yeniden meydan okunmuştur:

¥ Yoksa: “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Öyle ise, haydi onun gibi uydurma 10 sure getirin ve Allah’tan başka gücünüzün yettiğini de çağırın, eğer doğru söylüyorsanız bunu yapın.”

¥ Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?

Mekkî surelerin, müşriklerin edebiyattaki terakkî ve seviyelerini hiçe sayarak söze başlarken alışa geldikleri usûlün aksine hurûf-ı mukattaa ile başlaması, onların zihinlerini altüst eden bir başka unsur olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in belâğati sebebiyle, zihnî melekeleri dumura uğramasına rağmen inanmamakta direnen müşriklere bir kere daha meydan okur Rabbimiz Teâlâ:

¥ “De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.”(İSRA-88)

Şiir ve şair, cahiliye dönemi arapları için her şeydi. Şairler, büyük değer sahibi idiler ve büyük hürmet görürlerdi. Öyle ki, kabilelerinden güçlü bir kahraman yerine, bir şairin çıkmasını her zaman tercih ederler, ateşten korkar gibi, şairlerin hicivlerinden çekinir ve korkarlardı. Kur’ân-ı Azimüşşanın, edebiyat, belâğat, fesahat, i’caz (mucize olması), veciz ifadeleri ve meydan okuması karşısında Arap edip, şair ve hatipleri çok geçmeden bu eşsiz kelama benzer şeyleri getirmenin mümkün olmadığını anlamış ve susmak zorunda kalmışlardır.

Kur’ân’ın üslubu öylesine veciz, öylesine tatlı, öylesine fasîh ve beliğ idi ki, bu işi iyi bilen Araplar, hayretlerini gizleyemez hale gelmişlerdi. Nitekim bir gün bedevi Arap ediplerinden biri, Hıcr suresi 94. Ayeti (Artık emrolunduğun şeyi açıkla ve müşriklerden de yüz çevir) işitince kendisinden geçercesine secdeye kapanmıştı. Müşrikler, adeta çıldırmış halde adamın üzerine çullanıp ve öfkeyle “Sen de mi Müslüman oldun?” diye bağırdılar. O Arap, Müslüman olmadığını söylemiş ve “Ben sadece bu ayetin belâğatına secde ettim” demişti. (bk. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/78)

Yine Ahmed Cevdet Paşa’nın, Kısas-ı Enbiyâ’da naklettiği şu hadise, cahiliye Araplarının Kur’ân-ı Kerim’in belâğati karşısında bir nevi pes etmesini anlatır:

Muallaka şairlerinden İmru’ül Kays’ın kız kardeşi, Hûd suresi 44. ayeti işitince doğruca Kâbe’ye gitmiş ve “Artık kimsenin söyleyecek bir şeyi kalmadı. Bu belâgat karşısında kardeşimin şiiri de Kâbe’nin duvarında duramaz” diyerek kardeşinin en üstte asılı bulunan kasidesini indirmiştir. En meşhur kasidenin kaldırıldığı görülünce, diğer muallaka şiirleri de birer birer indirilmiştir.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23